10 Temmuz 2015 Cuma

Yunanistan (Atina - Selanik - Girit)

Bazılarınızın bildiği üzere bir süreliğine komşuya iteledim kendimi. Pek tabi gidip gördüğüm şeyleri not aldım ki buraya yazarım, unutmamı engeller.

-- Öncelik çoğu ülkede karşılaşacağınız gibi, kendi dillerinde birkaç kelime kullandığınızda Yunanların da yumuşadığı üzerine. Nasıl ki "anaaa yakşamlar dedi lan hahaha" diyorsak biz, ne zaman ki bir şey sorduktan efharisto (teşekkürler) dediysem, bekletmeden gelişine parakalo'yu (rica ederim ve aynı zamanda lütfen olarak da kullanılıyor) yapıştırdı hepsi gülümseyerek. Aynı şey kalimera ve kalinihta için de geçerli. Gitmeden önce bazı yararlı soru kalıplarını da not almıştım fakat tren garı güvenlik görevlisinden belediye otobüsü şöförüne kadar insanlar ingilizce bildiği için hiç gerek kalmadı.

-- Avrupa Birliği'nin dayatması/sınırlamaları sonucu çok büyük krizde falan diyor herkes ama ya öyle bir şey yoktu ya da insanlar bunu gizlemek için ekstra çaba sarf ediyorlar. 20-30 kişilik bankamatik kuyruklarının hemen yanında bizim benzin tarzı bistrolar ağzına kadar yerel halktan insan dolu. Zaten burada yapılan "aga verelim parası neyse kurtaralım bunları yea" fırlamalıkları da düşük iq belirleyen tutumlar. Yunan sana sümüğünü atmaz. Finansal olarak darda olabilir ama yukarıda da bahsettiğim gibi eğitim seviyesi, insanlığı olarak falan seni donunda sallar.

-- Açıkçası orada olduğum zamanlarda tam olarak yurtdışında gibi hissedemedim. Anasını satayım yaşadığımız sorunlar bile benzer. Türkiye'nin mevcut durumundan ödün vermeden biraz daha muasır medeniyet seviyesine yükselmesi aha Yunanistan işte. Atanmış Türkiye adamlar. Zaten nerden geldiğimi öğrenen insanların %80'i "biz aslında çok benzeriz bu hükumetler anlaşamıyor" tarzı bir yana yattı ki sevindirici. Kalan kısım da muhabbet güzel devam ederken öğrendikten sonra bir hmmmmm çekip kafasını çevirdi. O da bi' acaip.

Atina

-- Atina'nın en büyük olayı tabi ki tarihi dokusu. Yok Akropolis, yok kalıntılar vs 3. günün sonunda kendimi M.Ö. 417'de sıkışmış hissettim. Antik alanlar dışında şehrin planlanması vs. düzgün fakat fazlasıyla eski. Şehrin kalanı kocaman bir Esenler Otogar, kocaman bir Bağcılar hissi yaratıyor. Zaten Omonia çevresine kaçak giren mültecilerin yerleştiğini ve hava karardıktan sonra pek tekin olmadığını söyledi bir kaç yerel insan. Welcome to the İstanbul.

-- Atina'nın gezmesi en keyifli yerlerinden biri de Monastiraki bölgesi. Antik eşya dükkanlarını dekoratif kafelerden ayırmak hemen hemen imkansızken ufak meydanında çikolata tenli Jamaika'dan kardeşlerimizin Aksaray'dan sonraki duraklarının burası olduğunu öğrendim. "Oooo sen Türkçe biliyoonn o zaman sen benm kankiii" ile Reggae festivallerine ufak bir bağışta bulunmak zorunda kaldım. Dedim ya, hiç yurtdışı gibi değildi.

-- Yine de temiz bölgeler yok mu, var. İlki Plaka, Monastiraki'nin hemen bitişiğinde ayrı bir mahalle. Daha çok hediyelik eşya dükkanları ve sade mimarisiyle göze batıyor. Sokaklarında kaybolmak bayağı keyifliydi. Diğeri de Kifisia, bayağı Yeşilköy gibi bir yer. Lüks dış görünüm, ferah bir yeşillik alan ve suburban tarz müstakil evler.

-- Metro ağı fena değil. Kilit nokta da öyle antin kuntin yerlere değil de önemli yerlere ulaşıyor olması (Akropolis, Pire, Monastiraki, Havaalanı, Olimpiyat Alanı vs vs.). Sanırım kontrole yakalanmadığınız sürece de bedava. Yani elimi kolumu sallaya sallaya girdim, iki kez de çifter çifter metroyu arşınlayan güvenlik gördüm. Giren çıkan bir şey olmadı. Ücretsiz olması şu şekilde avantaj; Atina o kadar da yürüyerek gezilecek bir şehir değil. Yürüyüş+metro sizi iyi idare eder.

-- Ege mutfağından sundukları zeytinyağlı çeşitlerin yanında souvlaki dedikleri bayağı şiş kebap ve gyros dedikleri allahın döneri ana sokak yemekleri. Ha ikisi de lezzetli, o ayrı.

-- Standart Avrupa ülkelerinde bizim için en büyük sorun olan SU, burada biraz daha çözüme yakın. Üzerinde table water yazanlar genelde içilebilir oluyor. Rouvas ve AYPA (Aira diye okunuyor sanırım) başlıcaları. Diğer içeceklerden de ucuz.

-- Şehrin özetini geçmek gerekirse tarihi doku tabi ki görülmeli fakat öyle çok da bir numarası yok. Kısıtlı zamanınız varsa 2 gün yeterli olur. 2 gün Atina, 1 gün Pire ideal senaryo; 3 gün Atina 1 gün Pire'yle de inciğini cinciğini görmüş olursunuz. Tercih sizin.

Selanik

-- Türklerin burayı benimsemesinin sebebini merkeze yürüdükçe anlayabiliyorsunuz. Şehir yapısı ayrı, insanların tavırları apayrı ve normalden daha çok benziyor. Atina'dan biraz daha eski duran bir şehir ama bolca inşaat halinde olan cadde/bina var. Bi' 2 sene sonra tekrar gidince farklı gözükebilir.

-- Meşhur Beyaz Kulesi ve iki yanındaki kıyı şeridi inanılmaz huzurlu. Tam sabah 6.30'da kalkıp bisiklet/koşu takılmalık. Bunu okuyup beni düşününce gülenlere erkenden edit: benim yakınımda Zeytinburnu sahil var amk vardı da biz mi koşmadık?

Hepi topu 24 saat geçirmemişimdir burda, bir kısmı da sağanak yağışa denk geldi zaten. İleride daha detaylı yaşamak gerek.

Girit/Heraklion

-- Resmen anakara ile ada insanının çarpıcı farkı ile şoke oldum. Temiz hava alınca değişiyorsun. Yunanistan'ın krizde falan olmadığına da burada karar verdim zaten. Bütün ciks mekanlar full. İnsanlar sürekli gece dışarıda eğlencede. Gece saat 1, ana meydanlar insan kaynıyor ve yarısı falan oranın genç halkı.

-- Valla öyle çok övülecek bir bütünlüğü yok. Bizim Akçay'ın, Ayvalık'ın falan biraz daha kentleşmiş hali. Yine yürüyerek merkezdeki her yere ulaşabiliyorsunuz. Tek sıkıntı toplu taşımanın müthiş sınırlı olması ve sahillerin merkeze uzak kalması. Ama yine de yazlık konseptiyle düşünülünce yaşanır. Çünkü esiyor, bunalmıyorsunuz. Burası önemli.

-- Girit'e gitmek istememin bir sebebi U19 Dünya Şampiyonası'ysa, diğeri de meşhur Yunan yazar Nikos Kazancakis'in oralı olmasındandı. Şampiyona konusunda ana salonun ta anasının örekesinde olmasından baltalandım; rahmetli yazarın da müzesi haftada iki belediye otobüsünün gidip de geri dönmediği (evet bayağı dönüş seferi yok o köyden), mezarının da bir yol kenarında herhangi bir tabela, mezar taşı falan olmadan öyle durmasıyla da şoka uğradım. Amk biraz daha özen gösterseydiniz keşke. Ben ne umutlarla, Aleksi Zorba gibi arşınlarken sokakları yaptığınız muameleye bak.

-- Yalnız biraz daha ada olmasının olayı mıdır nedir, muhteşem et lokantaları var. Bir de ada insanı farkı heralde, babalar bir oturuyor akşam yemeğine muhabbet sohbet bilmemne 3 saat. Sanırsın İsa'nın son yemeği. Ben de oturdum yedim bir güzel etimi, vurdum uzoyu da. Vallahi keyif iş.

Dediğim gibi; hiç yurtdışında hissetmemem dışında iyi geçti. Gidin görün.