25 Ağustos 2014 Pazartesi

Develere Fısıldayan Kadın

İnsanoğlunun yaşam şartları ve yaradılışı kökenli olsa gerek, hayatta kalma temelli hikayelere ilgi (eğer gerçekleştirecek kadar cesur değilse tabi) gayet fazla oluyor. Bunda biraz da derinlerdeki maceraperestliğin de payı vardır illa ki. Neyse, geçenlerde bir filme denk geldim. Denk geldim dediğim torrentinyo sitesinde "yify" şeyinin kopyaladığı filmleri inceleyip, gözüme hoş gelenleri indiriyorum. Tracks de bunlardan biriydi. Gişe filmi olmaktan çok gerçek bir hikaye anlatan ve Venedik Film Festivali'nde boy gösteren bir yapım. Son zamanlarda böyle tanınmamış filmlere yanlıyorum. Evet, bende de herkesin yaptığını yapamama hastalığı var.

Avustralyalı, Robyn Davidson isimli nev-i şahsına münhasır hanımefendi 1977 yılında Okyanusya kıtasını enlemesine geçerek tekrar denize ulaşmak gibi bir hayalle kavruluyor. Bundaki etkisi, macera tutkusu büyük olan babasından geliyormuş. Yani filmde öyle belirtiliyor en azından. Pek tabi bu yolculuğu gerçekleştirebilmek için harcayacağı 9 aylık sürede yanında çeşitli eşyalar da bulundurmak zorunda olacak. Buna çözümü ise Avustralya'da yaygın olan çöllerin sakinleri olan develer.

İlk olarak şansını denediği deve çiftliğinin dalyarak sahibi, haftalarca deve bakıcılığı sonrası deve bahşetme teklifinde bulunuyor. Ortalama bir horoz/tavuk bakımından kat kat meşakkatli olduğunu filmde fena işlememişler. Bahsettiğim şey hayvanların pislemesinden ziyade nispeten vahşi olmaları. Ana kahramanımız da zebellah gibi bir fiziğe sahip olmadığı için başlarda zorlanıyor evcilleştirme konusunda. Her sabah gün ışığıyla uyanıp işe başlamanın da pek yardımcı olduğu söylenemez. Velhasıl kelam, bu ilk dalyarağın kendisine attığı kazık sonrası Orta Doğu kökenli bir deve kervanı sahibi kendisine yine ufak bir bakıcılık karşılığı deve vermeyi kabul ediyor ve esas kızımız yolculuğun başlangıç noktasına gelmek için en önemli hamlesini yapıyor.

Neticede boydan boya Avustralya, resmi kayıt olarak 1700 mil yazmışlar. Şimdi metrik sistem konvörtırıyla uğraşmaya üşendim, uzak işte. Hanım kızımız, köpeği Dig ve 4 devesini bir kenara bırakırsak bu yolculuğa tek başına çıkmış. Haliyle inanılmaz bir mental kuvvet de gerektiriyor bu yalnızlık. Tam da bu noktada, köpeğin sadık bir dosttan fazlası konumuna gelmesi en büyük yardımcısı. Saçmalamayın öyle bir şey değil, oha. Efenim bi' sırdaş olsun, bi' yoldaş olsun halden anlayan küçük bi' kuçu kuçu. Lakin bu köpeciğin çölün ortasında bulduğu kırık bir şişeden sızan sıvıya kaşla göz arası attığı dil, patileri dikmesine sebep oluyor ki bu durum da hanfendiye yaptığı şeyi sorgulatıyor. Paragrafın başında bahsettiğim mental kuvvetin en çok sınandığı nokta da burası muhtemelen.

Yolculuk sırasında karşılaştığı yağız bir delikanlı, maceranın birkaç fotoğraf aracılığıyla National Geographic'in ilgisini çekebileceğine karşın haklı bir inanca sahip imiş. 9 aylık yolculuk süresince 3 kez uğrayıp çektiği fotoğraflar o yıllarda dünyanın her bir köşesinden ilgi toplamış dergi sayesinde. Yolculuğun bitiminde Robyn Davidson'ın dergiye yazdığı makale yeterli gelmemiş olacak ki istek üzerine, yolculuktan önce aklının ucundan geçmeyen, kitap yazma işine girişmiş ve filmin ana kaynağı da bu şekilde ortaya çıkmış.

Kitabın nereden bulunacağını veyahut çevirisi olup olmadığına bakmadım, ama film gayet rahat bulunabilir. Kıytırık bir yapım da değil ayrıca, Robyn Davidson'ı da Alice Harikalar Diyarı'nda ve Jane Eyre'de başrol oynayan Mia Wasikowska canlandırıyor. İlginizi falan çekerse diye.

7 Ağustos 2014 Perşembe

Konya

Müthiş önyargılarımla, öyargılı yaklaşılan Konya'da farklı bir birliktelik olabileceğine inanmıştım. Bu arada durduk yere şehir dışına bilet alıp spontane yaşayan bir gezgin çakması sayılmam, U18 Avrupa Basketbol Şampiyonası bahanesiyle Konya'ya yol aldım. Yaşasın basketbolla seyahati kombine etmek.

Her neyse. Klasik İç Anadolu şehri, İç Anadolu halkı vs vs önyargılarını ben kenara bırakmıştım şehre girerken, yani en azından denemiştim, gördüklerimden de memnun kaldığımı söyleyebilirim. İlk göze çarpan #AKbelediyelerMutluKonya sanırım. Tamam hepimiz belediyecilikteki dalyaraklık düzeyinin fazlasıyla farkındayız. Yerleşim konusunda çok büyük falso olduğunu söyleyememm lakin Gençlik ve Spor Bakanlığının yaptırdığı modern salon, Konya'nın muhtemelen en sapa mahallesinde. Akşam 11'e doğru maçlar bitiyor, minibüs beklerken bir el götümde bir el cüzdanımda bekledim. Ben kıl adamım.

Aq Belediyelerden öncesine gidersek (bakın çok enteresan, sene 1204 falan) Konya'nın Osmanlı'dan ziyade Anadolu Seçlukluları devletinde önemli olması şehri biraz daha 'yunik' ve görülebilir kılıyor en azından benim için. Bununla birlikte Çatalhöyük/Karahöyük/Klistra gibi antik kentlere yakın olması bakımından Hitit-Frigya hatta Antik Yunan dönemine dair parçalar bulmak dahi mümkün. Son gün içimde filizlenen tarih merakını gidermek için az bi' arkeolojik tur attım. Arkeolojik açıdan ülkenin en değerli birkaç şehrinden biridir muhtemelen. Bir o kadar da ilgi çeken Mevlana Müzesi, içerik bakımından tatmin edici. Dergah yaşamına dair bir araba ayrıntı sergileniyor. Derviş modellemelerinin korkutuculuğu dışında problem olmadı. Belki bu benim problemimdir, çok canlı duruyorlardı lan.

Pek tabi burada insan yaşıyor. Ne kadar mükemmel bir asosyal potansiyeli taşısam da hiçbir şey bilmediğim şehirlerde keşfe çıkmak/kaybolmaktan aldığım keyfi çok az şeyden alıyorum ve bu konuda yöre halkı güzel bir kaynak olabiliyor. Sokağa çıktığımda azımsanmayacak sayıda net Anadolu kesmesi vardı kabul. Hatta kırsala doğru açılırsak eşek sikenleri dahi bulabiliriz belki. Ama ben, sikilmiş İstanbul'da asla göremeyeceğim esnafı buldum Konya'da. Adres sorma sırasında bilemese de gidip başka esnafa soran ve doyurucu cevap vermeden göndermeyen dükkan çalışanı/sahibi belki çok nadir bulunan bir şey değil Anadolu'da ama dükkanın önünden geçerken hapşurduğumda adam 'çok yaşa yeğen' dedi bana gülümseyerek. Ulan kaçınız karşılaştı böyle bir şeyle? Hafif bir şok sonrası 'ha şey eyvallah' kombinasyonuyla cevap verip hırbolukta seviye atladım.

Sinirden küfre asıldığım anlar olmadı mı, oldu. Güzel bahtıma, Konya'ya ramadan ayında gitme gibi bir şey yaptım. Gitmeden önce de yemek tavsiyesi olarak net birkaç yeri not almıştım. Neticede tanınan bir bokboğaz olarak bu noktalarda çekpoyint imkanı bulmak, Konya'daki yapılacaklar listesindeydi. Belki de düşünmek istemediğim şey, bu yerlerin ramadan nedeniyle iftara kadar kapalı olmasıydı. Herkes oruç tutmak zorunda di mi aq yerinde? Neyse şaşırtıcı derecede oruçsuz insan da vardı mesela. Ben de bahaneyle çok yiyip kilo almamış oldum (bkz: polyannacılık).

Konya zannedildiğinden bir miktar daha modernleşme döneminde olan bir şehir görebildiğim kadarıyla. Üniversite-Otogar-Şehir Merkezi(Alaaddin Tepesi) güzergahlı tramvay hattı büyük çeşitlikik getirmiş ki bu tramvay hattı uzayıp yeni yapılan salonun önüne kadar gidecekmiş. Salona ulaşımın kolaylaştırılması buraya daha çok turnuva verilmesi demek olur muhtemelen. Ha bu arada tramvayların her birine özel wi-fi var, öyle yani.

Şehirdeki bir diğer teknoloji adaptasyonu çabası da belediyenin yaptığı mükemmele yakın Android uygulaması. Tarihi yerler, yemek yenecek yerler, gezilecek yerler, ulaşım, şehir tarihi bilmemne bilmemne ve bunların haritadaki yerleri. Resmen elim ayağım oldu bu uygulama. Ahan da şurada, belki merak edip bakan olur.

Özetle yaşanmaz değil ama illa bir liste yapılacaksa yaşanılacak şehirlerde üstlere oynamaz. Bunun yanında gezi seçenekleri olarak göz doyurma ihtimali de yüksek. Gidin falan demeyeceğim, keyfiniz bilir. Selametle.